Saturday, February 27, 2010

YENİ BİR METOT

Karşımıza çıkan her insanı sevmek zorunda değiliz.
Birine sinir olmak da sevmek kadar normal bir duygu.
Bakışlarını, tavırlarını ya da sözlerini beğenmiyor olabiliriz. Hatta görünürde insanı sinir edecek bir hali olmasa da gözünün üstünde kaş var diye bile sinir olunabilir. Elektriklerin uymaması durumu işte...
Hatta bazen çok sevecen, sevgi yumağı durumunda olanlara da deli olurum ben. Sürekli sevgi gösterileri, her cümlenin başında “canımm”lar bana yapmacık geliyor. Dayanamam zaten, sıkıntı gelir.
Bir de sinir olmak zorunda olunanlar vardır. Bu kişiler ya çok beğendiğimiz biriyle birliktedirler ya da çok sevdiğimiz biriyle( yakın arkadaş, akraba gibi falan). Ama beğenmiyoruzdur işte, onlara yakıştırmıyoruzdur, zorla mı yani....
Bizimkiler eskiden bu tip durumlarda, yani benim bu sinir olduklarımda sürekli kusur aradığım zamanlarda, hep “Bahane verme kızım, çocuğun öyle olur, beş beteri olur vallahi” diyerek beni caydırmaya çalışıyorlardı. Ben de ne yapayım, ağız torba değil ki büzesin durumunda olduğum için yavaş yavaş, çocuğumun yaratık gibi olacağını düşünerek korkmaya başladım.
Buna karşı geliştirdiğim bir metot var. Artık çirkin, kısa bacaklı, büyük burunlu ( burna bahane vermek en fenasıymış bu arada haberiniz olsun), iğrenç saçlı, geniş kalçalı gibi ağır ithamlarda bulunmak yerine, çok güzel değil, uzun olmayan bacaklı, burnu küçük olmayan, saçları yeterli güzelliğe henüz ulaşamamış, kalçaları dar değil gibi değerlendirmeler yapıyorum. Böylece olumsuzlukta kendini aşmış değerlendirmelerimi nispeten olumlu kelimeleri kullanarak yapabiliyorum.
Doğrusu kimi insanlar için ( yani sinir olduklarım) bu tip sıfatlar kullanmak pek doğru değil, bunun farkındayım, ama elimde değil, tek yapabileceğim laf söylemek, üstüne atlayacak halim yok ya:)
Herkese iyi bir hafta sonu...

Saturday, February 20, 2010

YETER ARTIK !!!...

Şu cep telefonuna reklam mesajı gönderme olayına nasıl dur diyebilirim, bilen var mı?
Eskiden tek tük geliyor olmasına rağmen çok rahatsız oluyordum. Hatta gönderen yerleri arayıp bu mesajları istemediğimi de söyledim.
Fakat artık önüne geçilemez bir hal aldı. Her gün en az üç tane böyle mesaj geliyor. Kah bir banka, kah başka bir banka.
Bazen de fi tarihinde alışveriş yaptığım bir mağaza. Hatta kimi zaman adını bile duymadığım, mesajın içeriğinden üstbaş satıyor olduğuna olduğuna kanaat getirdiğim mağazalar.
Dur diyemiyorsun. Akşam, sabah erken, öğleden sonra işinin ortasında. Yani ne zaman vuracağı belli değil.
Allah’tan birinden mesaj beklediğim falan yok da telefondan gelen mesaj sesiyle mideme ağrılar girmiyor.
Düşünsenize günlerdir birinden mesaj bekliyorsunuz, derken evet o ses, telefonunuzun mesaj sesi. Eliniz ayağınız titriyor, heyecanla telefonu alıyorsunuz elinize, bir açıp bakıyorsunuz: “BİLMEMNE BANKASI KARTIYLA BİLMEMNE MAĞAZASINDA TAKSİT FIRSATI, KAÇIRMAYIN ” ( eski sevgiliden mesaj bekleyenler bence heyecanlanmadan önce iki kere düşünsün).
Tamam halkın nabzını yoklamak, akılda kalıcılık sağlamak bir marka için vazgeçilmez, cep telefonları da bu işi için eşsiz bir fırsat.
Ama bunu insanları rahatsız ederek, canından bezdirerek, mesaj kutularını gereksiz yere işgal ederek yapmak çekici değil, aksine itici.
Üstüne üstlük biz herhangi bir yerde telefon verirken (özellikle banka) kimse bize sormuyor mesaj ister misiniz diye. Buna rızam yokken kimse benim şahsi telefonumu bu şekilde işgal edemez. Buna kim dur diyecek bilemiyorum ama ben yakında mesaj yollayan her kurumu teker teker aramayı düşünüyorum. Bakın işte bu da boşuna telefon masrafı!
Herkese iyi bir hafta sonu...

Saturday, February 13, 2010

YAZMADAN OLMUYOR!... "1GÜNLÜK SEVGİLİ"


Sevgililer Günü’nü yazmadan olmuyor maalesef. İlk kez bu günün varlığına cidden sevindim çünkü feci şekilde konu kıtlığı çekmekteyim. Arkadaşlarım yazma dediler ama şu an saat Cuma gecesinin bir körü,  arkadaşımın doğum günü kutlamasından yeni geldim  ve çok fena uykum var.  Bu ticari gün hakkında üç beş satır karalamadan olmayacak.
Sevgilim yok diye değil, gerçekten sevmiyorum bu günleri.
Her yer kırmızı, her yer aşk, her yer kalp, içim daralıyor... Aslında geçen sene bu güne daha yaratıcı yaklaşmışım aklıma sevgilisiz olanlar için süper bir fikir gelmişti: 1 GÜNLÜK SEVGİLİ..
Bu da  nerden çıktı diyebilirsiniz ama eminim 14. Şubat’a sevgilisiz girenler ne demek istediğimi gayet rahat anlayacaktır. Nedense yıllardır 14. Şubat’a sevgilisiz girmeyi başarmanın haklı!!!! gururunu yaşıyorum. Her sene de “ Aman boşverin canııım, tamamen ticari” diyor ve sevgilisiz giren diğer arkadaşlarımı da avutuyorum. Artık bu fikri o kadar benimsedim ki, kazara bir sevgiliyle girecek olsam inadına sadece 14. Şubat’ta ayrılacağım, o kadar yani.
Neyse bu sene biraz gerçekçi olmaya karar verdim: Acaba olayı gerçekten ticari olarak mı görüyorum, yoksa züğürt tesellisi misali bu, gene de  "1Günlük Sevgili" fikrinin  arkasına sığınıyorum?
Bu kişi en yakın arkadaşlarınızdan biri olacak ve o da yalnız olacak. Anlaşacaksınız, birbirinize ufak tefek hediyeler alacaksınız, mesajlar atacaksınız falan. Fazla abartmadan tabii... Böylece en azından bu günü teoride olmasa da pratikte bir sevgiliyle geçireceksiniz. Ben uygulamadım, çünkü böyle bir anlaşma yapabileceğim biri yoktu, ama bir-iki arkadaşıma önerdim.
Neyse, geçen sene bu fikri ben uygulamamıştım, fakat uygulayan bir arkadaşım, bir günlük sevgilisiyle ilişkiyi birkaç ay daha uzatmıştı:)
Sanırım son birkaç aydır içinde bulunduğum mantık denizi yüzünden böyle garip fikirler üretmekten vazgeçtim. Bu günü artık sadece en sevdiğim arkadaşlarımdan birinin doğum günü olarak algılıyorum.
Ama yine de bu akşam gittiğimiz balıkçı sağolsun, biz kızların hepsine birer gül de verdi de, ilk kez bir sevgililer gününü elimde gülle geçirme fırsatı yakaladım. Tam görmemişin sevgililer gününde gülü olmuş durumu:) Yani hem umurumda değil diyorum, hem de verilen güle hayır diyemiyorum. Biz kızlar işte, maalesef sağımız solumuz belli olmuyor...
HÜP NOT: İtiraf ediyorum, kendime içine toka koyarım bahanesiyle kalp şeklinde bir hasır sepet aldım, ıyyy rezilim...
YENİ HÜP NOT: Bu eski bir yazımdı, güne uygun olduğu için yayınladım. Şükür Allah'a şimdi var:)))

Saturday, February 6, 2010

HANGİSİ DAHA MASRAFLI ???

Aşk dediğin masraflı iş. Yakalayana kadar harcadığın manevi efor, yakaladıktan sonra da maddi efora dönüşüyor.
Erkekler için biraz daha zor tabi. Hele de cicim ayı adı verilen, ilginin tavan yaptığı dönemde paralar har vurup harman savuruluyor. Yemekler, geziler, sinema, hediye, çiçek, içki falan filan.
İngiltere’de de bu konuda bir araştırma yapılmış ve bekar bir İngiliz erkeğin aşk yolunda yaklaşık olarak ne kadar para harcadığı ortaya çıkartılmış. Tabi bayanlar da bundan nasibini almış da onların da harcamaları ortaya dökülmüş.
Bu araştırmaya göre ilişkinin ilk altı ayında erkekler 1426 sterlin harcarken, kadınlar 740 sterlinde kalıyormuş. Ancak ilişki 1 yılı geçtiğinde erkekler sevdiklerine 987, kadınlar 784 sterlin harcama yapıyormuş ( Bu arada 1 sterlin yaklaşık 2.41 tl, siz hesaplayıverin artık).
Bu da kadınların ilk etapta ellerini ceplerine atmadıklarının ya da atamadıklarının, erkeklerin de sevdiklerini sahiplenmek için bir sürü parayı gözden çıkarabileceklerinin bir kanıtı.
Atmadıklarının ya da atamadıklarının diyorum çünkü bu durumdan çok memnun bir kesim olabileceği gibi, altta kalmak istemeyen ve karşısındakinin sürekli ödeme yapan taraf olmasından rahatsızlık duyanlar da var elbette.
Bir de işin ayrılık boyutu var. Habere göre ayrılık İngilizler’e yılda toplam 5 milyon sterline mal oluyormuş. Sevgililer ilişki sırasında alınan CD, cep telefonu, evcil hayvan, mücevher ve hatta arabalarını karşı tarafta bırakıyorlarmış.
Ben iki konuya da başka bir açıdan yaklaşmak istiyorum.
1. Elbette erkekler genelde daha fazla harcayan taraftır. Ya farkedilmek, güzel olabilmek için kadınların çektiklerine ne demeli. Hep söylerim güzel olmak masraflı iştir. Kuaförü, manikürü, pedikürü, kıyafeti vardır. Üstelik hadi diyelim ilişki başladı, erkek tarafını cezbetmeye devam edebilmek için maksimum güzellik sürdürülmelidir, yoksa erkek başka çıtırlara kaçıverir. Bu da bakım eşittir masraf anlamına gelir.
2. Gelelim ayrılığa.... Evet alınan eşyalar fazla çirkeflik yapılmadığı müddetçe karşı tarafta bırakılabilir. Güzel günlerin hatrına. Peki ayrılık sonrası travma geçiren tarafın iyileşme sürecine ne demeli. Kendini tatlıya vurma, alın size yiyecek masrafı. Çok şişmanlama sonucu diyetisyen masrafı. Saç baş yaptırmak da bunalım döneminin vazgeçilmezidir. Abuk subuk alışveriş turları. Ağır vakalarda psikolog...
Bu böyle uzar gider...Masrafları bu kadar sınırlı düşünmemek lazım. Bir de bunun küsmesi var, doğumgünleri, yıldönümleri, aydönümleri ( iyice abartanlarda hafta dönümü bile olabilir) , sevgililer günü de var. Yani ilişkiler de o günler bu günler bitmez hiç. İki tarafın da sağlam bir sevgili bütçesi olması lazım, hem iyi gün hem de kötü gün için...:)

Related Posts with Thumbnails