Sunday, April 12, 2009

YAZA YAZA


Öğrenciyken ufak tefek kağıtlarla haberleşmeyi pek severdim. O yüzden defterlerimin en arka sayfalarının kenarları hep yırtıktı ya da aralarında hep bir yerlerden kopartılmış sayfalar vardı. Böylesi daha zevkli ve heyecanlı oluyordu. Hele de bize nispeten uzak birileriyle yazışıyorsak, ki biz bunu mektuplaşmak olarak adlandırıyorduk, daha da eğlenceli oluyordu. Öğretmene çaktırmamak için çevirmediğimiz dolap kalmazdı. Büyüdükçe, sınıf içinde uzaklara açılmaya üşenmeye başladık, sadece yanımızdakiyle, o da kitabın ya da defterin bir kenarına ufak tefek notlarla derdimizi anlatmaya başladık. Bir de kendime ve dış dünyaya yazdığım mektuplar var: Günlüğüm. Daha doğrusu yıllığım. Çünkü her gün değil, esince yazarım. Bu da yılda bir elin beş parmağını geçmez. Senelerdir aynı deftere yazıyorum. Bazen kendime kızarım yazarım, bazen bir başkasına. İlla ki kızmam da gerekmez, belki de mutluyumdur, beni mutlu edene yazarım, onu yazarım bunu yazarım. Demek benim hep bir yazasım varmış. Not kağıtlarından, defterlerin arkalarından ve sadece kendim ve arkadaşlarımdan oluşan okuyucu grubunu genişletmek varmış bilinçaltımda. Kendimi herkese, özellikle de kendime yazarak ifade etmek istemişim. Aslında sözel ifadede de fena sayılmam ama yazmak daha başka oluyor. Yazıda ağlamak ağlatmak, yazıda gülmek güldürmek. Üstelik en heyecanlısı da bu, kimin sizi okuduğunu bilmeden, tanımadığınız bir sürü insana başka başka şeyler düşündürtmek....Ağızdan çıkanların bittiği yerde kaleme sarılmak... Düşünüyorum da, aklına gelenleri bir şekilde aklında değil, dilinde tutan geveze ben, yazı yazamasaydım da dile getiremediğim sayılı şeyleri satırlara çeviremeseydim, delirir miydim, delirmez miydim? Zaten deli olduğuma göre, yazamasaydım çok normal olurdum tahminimce. Aman iyi ki öyle değilim, çok sıkıcı...:)
Related Posts with Thumbnails