Wednesday, December 31, 2008

TECRÜBE SORUNSALI



Yapılan hatalardan ders alır mı insan, yoksa hata yapmayı alışkanlık haline mi getirir? Ama bu biraz acımasız oldu, belki de herkesin hata olarak algıladığı şeyler bizim için sadece hayat tecrübesidir. Başkalarının deyişiyle hatalar olmasa nereden tecrübe edinebilir ki insan? Hayat bir iş değil ki üç-beş sene çalışıp özgeçmişine hayatta şu kadar tecrübe edindim diye yazabilesin. Niyet etmekle olmuyor, hayat tecrübeleri insanı gelip buluveriyor. Yani hayatta gerçekleştirdiğimiz her şey iyi ya da kötü olsun sonuçta tecrübe olarak adlandırılacak, bunları hata yada değil diye sınıflandırmak neden? Benim için hata gibi görünen şey başkasının hayatı için öyle olmayabilir, bunun tam tersi de geçerli. Soyut kavramlar bunların hepsi, o yüzden de göreceli. Önyargılı olma meselesi de işta burada ortaya çıkıyor sanıyorum. Evet herkesin hata ve hata değil kriterleri var ama bunlar kişisel. Bu konuyu yazmak da nereden çıktı bilmiyorum. Belki de sürekli hata yapmayayım diye verilen öğütlerden baymış olduğumdandır da hata, hata, hata diye düşünürken, hatanın tanımına takılmışımdır. Bugüne kadar yaptığım hiçbir şeyden pişmanlık duymadım, çünkü hata yapmadım. Ama eleştirildiğim zamanlar oldu, pek dinlemedim. O yüzden diyorum ya hata yapmak göreceli diye, ben bunları kendimce yanlışlık olarak yorumlamadım. Ay hele bir de çok bilmiş sürüsü var ki Allah düşmanımın başına vermesin. Bilip bilmeden, tamamen düz mantıkla ve kötü niyetle başkalarını eleştirmeyi, üstüne vazife olmayan konularda başkalarına kulp takmayı kendine iş edinmiş insan topluluğundan sözediyorum. Hiç çekilmiyorlar yani. Kendimce hata=tecrübe diyorum ve bitiriyorum.

Tuesday, December 30, 2008

YEMEKTEYİZ :))


Yaptığımdan çok gurur duymuyorum ama evet izliyorum. Hatta çevremde izleyen diğerleriyle fikir alışverişinde bulunuyorum. Zaten bu ara yemek sofralarının vazgeçilmez geyiği hale geldi bu "Yemekteyiz " programı. Pek fazla bir şey öğrendiğim söylenemez. En azından bazı ipuçları kapmış olsam iyiydi. Tek faydası içli köfte böreğinin nasıl yapıldığını öğrenmek oldu. Daha hiç denemedim ama deneyeceğim. O kadar ahım şahım, enterasan yemekler yapılmıyor gibi geliyor. Pilav standart. En fazla içine farklı bir şeyler ekleniyor. Et falanı, tavuk filanı, mevsim salatası.. Bir kaç kişi hariç genel olarak katılımcılarına da sempati duymuyorum. Mesela Sahra Hanım’a herkes çok saygı gösteriyormuş. Ama ekranda resmen ve alenen insanın yüzüne başka, arkasından başka konuştuğunu gördüğüm için ben aynı fikirde olamıyorum. Zaten programın ilk baş bölümlerindeki katılımcılar daha normallerdi. Ama haftalar ilerledikçe herkes olaya uyandı ve oyunu kuralına göre oynamaya başladı. Zaten eminim kamera arkasından da o şekilde yönlendiriliyor olaylar, yemekleri beğenseniz de beğenmeyin demeniz gerekiyor şeklinde bir durum olduğunu düşünüyorum. Bir de vur deyince öldürüp, sofrada neredeyse yediklerini çıkartacak hale gelenler var. Pes diyorum, o kadar mı kötü, diğerlerine hiç mi saygınız yok, hadi hepsini bıraktım nimete de mi saygınız yok. Hem de ne için, 10.000 YTL için. Tamam kötü bir para değil ama 100.000 YTL de değil sonuçta. Gel gelelim herşeye rağmen izlemeden duramıyorum. Hatta çekirdek aile olarak ikimiz de izliyoruz. Ama nedenini bilmiyorum. İbret almak için mi, eğlenmek için mi, zaman geçsin diye mi... Ama yine enteresan insan manzaraları izleyeceğimiz kesin.

Monday, December 29, 2008

GEÇEN HAFTANIN HİKAYESİ

Çok zilli bir tip değilim.Olmak istiyorum ama, saydırmak istediğim laflar boğazıma düğümleniyor ama çıkmıyor bir türlü. Bir gün zillenmeyi başaracağım inşallah. Mesela geçen birilerini şöyle bir pataklamak istedim ama yapamadım, dişim dayanılmaz ağrıyordu. Ama işin aslı ben kimi döveceğimi bilemedim. Herşey neyseki artık kurtulmuş olduğum 20 yaş dişimin ağrısıyla başladı. Dişten ziyade yanak acısıyla kendini belli ettiği için ben bir kaç gün diş sorunu olduğunu bile aymadım.Taaa ki bütün iltihabının acısı boğazıma, başıma, kulağıma vurmaya başlayana kadar. Soluğu dişçide aldım tabi. Sonuç: Antibiyotik tedavisi ve sonrasında dişin alınması.Neyse lafı dolandırmayayım. İlacı karneme iş yeri doktoru yazdı, ben de akşam eve giderken alırım dedim, demez olaydım.Varan bir: Evimizin karşısındaki eczane sağlık karnesine ilaç vermiyormuş meğersem, koş çabuk ileriki sokaktakine dedi. Saat 7’ye geliyor, eczaneler kapanacak. Ben bütün suratım ağrıya ağrıya tarif edilen yere gittim, karneyi verdim, oturdum, işlemleri bekliyorum. Varan iki: Tam ilacı alacağım derken buyurmaz mı eczane aaa bu işyeri hekimi onaylı, biz işyeri hekiminin yazdıklarına vermiyoruz. Kan beynime sıçradı. O da başka bir yer tarif etti.Neyse ben ağlamaklı oraya gittim, bir baktım ki kadın kapatıyor, ben yalvar yakar girdim içeri. Uzattım karneyi.Varan üç: Aaaa vallahi bilgisayarları kapattım, açamam şimdi kusura bakmayın. Ben en sonunda pes ettim tabi. Verin dedim, kaç liraysa ödeyeceğim. Kırkyılda bir sağlık karnemi kullanmak istemişim, şu devlete kırk yılda bir işim düşmüş. Ama ne oluyor: Bir türlü başaramıyorum.O gün enerjimin son damlalarını eczane yollarında harcadım. Eczaneler istemiyorsa devletle çalışmaz, buna tamam.İşyeri hekiminin yazdığı karneye ilaç vermemek ne demek oluyor? Son kadının bilgisayarını açmasına üşenmesini terbiyesizlik olarak görüyorum ama mecalim yoktu, ilacı parasıyla aldım.Bir sonraki seferde de diş operasyonu sonrası yeni yazdırdığım ağrı kesiciyi alırken de bu sefer muadli ilaç geyiği yaptı başka bir eczane. Benim bir elimde karne, bir elim buz torbasıyla yanağımda, suratımın yarısı uyuşmuş... Eczacı muadilini alır mısın diyor, ne alaka dedim. Yok devlet ucuzunu veriyormuş da, farkını yine hastadan alıyormuş da, bırakın dedim, o ne kadar, onu da parasıyla alacağım. Şimdi kim suçlu bilmiyorum. Her ay sigorta primleri düzenli ödenen, her ay maaşının yüzde bilmem kaçını nerede kullanıldığı hiç belli olmayan vergilere yatıran ben. Ama yine ne sigortam bir işe yaradı ne de karnem. Abuk subuk uygulamalarla, yok o bunun muadili, yok şu işyeri hekimi, yok cart yok curt... Bir sürü prosedür. Hem de insanın en değerli şeyi sağlığı için. Bırakın prosedürleri. Adam gibi basit mantıkla veriyorsanız verin, vermiyorsanız da bırakın böyle kalsın. Hadi benim olayım çok ciddi değildi, Allah şifasını versin, daha zor rahatsızlıklarla uğraşanlar ne yapsın. Hastalıkla mı, ne idüğü belirsiz prosedürlere mi uğraşsın. Zaten ortam herkesi hasta etmiyormuş gibi. Ortam zaten ortaya karışık... Ülkede huzur bolmuş gibi bol keseden harcıyoruz.

Sunday, December 28, 2008



YENİ YIL GELE DURSUN, SÜPÜRGEME ATLAYIP GELDİM BİLE ... Artık bir hüp cadınız var !...

Saturday, December 27, 2008

2009 'u BEKLERKEN


Yine ne olduğunu anlamadan bir yılı daha bitirdik. Zaman o kadar çabuk geçiyor ki, bırakın saatleri günleri, yıllar nasıl bitiyor anlayamıyoruz işte. 2000 yılları uzay çağı gibi gelirdi eskiden, alakası yokmuş. Yok teknoloji had safhada, imkanlar derya deniz ama yine de kendimi farklı bir boyutta hissetmiyorum şimdilik. Bulunduğum boyuttan son derece memnunum, yok öyle uzayda gözüm falan:) Şimdi yeni yılımız 2009. Yitirmeye hiç de niyetimiz olmayan umutlarımızla, kucak açtık bekliyoruz. Peki siz nerede bekliyorsunuz bu yeni yılı? Biz şahsen bir arkadaşın evinde bekleyeceğiz. Zaten o da bir parti fikriyle gelmeseydi, biz kendi evimizde televizyon karşısında yayılarak beklemek niyetindeydik. Bizim eve de yakın zaten, yeni yıla merhaba trafiği de çekilmeyecek. Arkadaşım beni tepelemeyecek olsa eşofmanla gideceğim ama kural kesin, yeni yıla yıla şık ve bakımlı girilecek. Üniversite zamanlarında hangi akla hizmetse, yılbaşında dışarı çıkmayı çok mühim sanar, genel olarak da izin koparamadığım için kös kös evde oturur, dışarı çıkamadım diye içlendirdim. Ne şaşkınmışım. Bir kaç kere çıkma şerefine!!! eriştiğim sonraki bazı yıllarda da aslında olayın çok da bir özelliği olmadığını gördüm. Hatta eğer dışarıda geçiriyorsanız bu geceyi, yılın en kazık, en bulaşık gecesi olduğu da söylenebilir. Bir kere 3 liralık yer 10 lira falandır. Trafik kilittir. Kendini sağa sola atan, trafikte canavarlık yapan bu kadar çok sarhoş insanı ancak bu gece bir arada görebilirsiniz. O kadar çok para döküp, süslenip püslenip bir yerlere gidince de insan kendini eğlenmek zorunda hissediyor. Ne kadar çok sıkılırsanız, o kadar çok eğlenmeye çalışırsınız. Ve olay iyice içinden çıkılmaz bir sıkıntı yumağına döner.Yanı uzun lafın kısası yılbaşında evde oturmak en güzelidir, en temizidir. Bir de eve yeni yıl havasını bir kaç noel baba figürüyle, bir çam ağacıyla falan yansıttıysanız tadından yenmez. Bunlar gavur adetleri diyenlere de katılmıyorum ben şahsen. Eve yeni bir hava, insana değişik bir neşe verdiğini düşünüyorum. Çarşılar, alışveriş merkezleri de aynı şekilde. Her ne kadar o dekorlarla insanı alışveriş tuzağına düşürümeye çalışsalar da, yine de insanın hoşuna gidiyor. O süslerin içerisinde gezdikçe gezesiniz geliyor. Mesela ben alışveriş için değil, sadece içim açılsın diye bütün gün gezebilirim. Neyse... Her nerde karşılıyor olursanız olun sevdiklerinizle birlikte güzel bir yılbaşı günü, sağlıklı ve mutlu bir yıl diliyorum. İyi hafta sonları...
Related Posts with Thumbnails