Wednesday, March 31, 2010

YA OLMASAYDI

Bazen çok basit düşünmek istiyorum. Mantıktan uzak, çok cahilce. Belki ne boş kafalısın diyeceksiniz, diyen desin.
Para, ekonomi, banka falan diye şeyler olmasaydı diyorum. Hepimizin para basma makinası olsaydı. Gerektikçe bassaydık. Hoş zaten para da gerekmezdi, dünya da zaten bu kadar ilerlememiş olurdu çünkü. Kimsenin paraya ihtiyacı olmadığı için bir şey üretmezdi, yaratmazdı. Ama yine de sadece para değil, insanlığa fayda adına bir şeyler yapacak birileri çıkardı mutlaka.
Çünkü dünyanın bugünkü hali, sevabıyla günahıyla, paranın eseri. Artık para dünyanın efendisi. Aşkı, aileyi, şerefi, haysiyeti çoktan solda sıfırda bıraktı. Bir daha da hükümdarlığını kimseye kaptıracağa benzemiyor.
Bütün yenilikler de, lüksler de, işler de, savaşlar da, evlilikler de para için. Artık gerçekten özgürlüğü için savaşan kim kaldı ki?
Para olmasaydı, ya da biz kendimiz bassaydık gerektikçe, belki basit bir yaşamımız olurdu ama bugünkünden daha huzurlu olmaz mıydık dersiniz? Ekonomi dengesi diye bir şey olmazdı, o dengeler sarsıldıkça bizim de dengelerimiz şaşmazdı. Zenginle yoksul arasında uçurum olmazdı, herkes eşit olurdu.
Üstelik de bankalar olmazdı. İşte asıl huzur bu olurdu. Bakalım bugün bana bilgi vermeden hesabımdan ne tırtıklamışlar, kredi kartımdan olmayan bireysel kredi hesabım için neden hayat sigorta bedeli çekmişler, neden yine kredi kartı kesimimi bana ekstrede bildirdikleri tarihte değil, sistem hatası sonucu başka tarihte yapmışlar ve neden ben bunu tesadüfen öğreniyorum? Neyse ki sistem diye bir şey var, yoksa bankalar yaptıkları yanlışları, attıkları kazıkları kime yükleyeceklerdi?!!
Banka hesabı ve kredi kartı olan birinin hesabını her gün satır satır kontrol etmesi gerekiyor. Artık kaçınılmaz oldu. Çok parası olup da kontrol etmeyenlerin vay haline zaten. O kadar para içinde ne gittiğini zaten farketmezler. Ben sıkı takip ettiğim için direkt farkediyorum. Kaldı ki çok param olsa da yaparım, büyük paranın kesintisi de büyük olur tahminimce:)
Diyorum ya basit, cahil, biraz boş kafalı ve ilkel düşünmek istiyorum.
Evet paranın çok faydası var ama bütün zorlukların nedeni de o değil mi?
Bugün paranın yokluğu felaket artık, dönüşü yok.
Ama en baştan beri varolmasaydı bugün hayatımız nasıl olurdu, acaba parayı icat eden Lidyalılar, durumun bu hale geleceğini bilselerdi yine de icat etmekte direnirler miydi çok merak ediyorum.

Saturday, March 13, 2010

ÖYLESİNE BİR YAZI

Deniz aynı deniz, mehtap aynı mehtap, yeşil aynı yeşil, dolunay aynı dolunay, güneş de aynı güneş. Hava çok soğuk sadece o kadar. Üzerine rahat bir etekle, t-shirt yerine kalın kazak ve kaban giymek durumundasın.
İçinde olduğun hayat aynı mı peki... Rahat bir etek ve t-shirtle mehtabı seyrettiğin insanlar yine yanında mı... Yoksa mevsimle beraber onlar da değişmeyi mi tercih ettiler?
Sen yemeğini yiyip mehtabı seyrederken bir köşede gitarı tıngırdatan adam içini mi okuyor?
Yoksa neden deniz ve mehtap sordular seni neredesin, bırakıp beni gittin şarkısını söylesin ki... Aaa ama bak şimdi de elbet bir gün buluşacağız, aşkımız yarım kalmayacak diyor...
 Şarkılardan fal mı tutsam acaba, ne çıkar dersiniz?
Yok en iyisi istek parça yapalım... Bu akşam hava da açık, dolunayın etrafı yıldızlarla dolu. Ha aklıma geldi, evet evet, gökyüzünde yalnız gezen yıldızları isteyelim hadi... Biz de yeryüzünde onlar kadar yalnız değil miyiz. Hoş pek gitarlık bir şarkı değil ama bu adam gitar telleriyle her telden çalabiliyor. O şarkı senin bu şarkı benim her türden şarkıyı çalıyor. Buna da hayır demez herhalde.
Of buralar yaz kış güzel... İnsanın yazın olduğu gibi yine dönesi gelmiyor. Çok soğuk ama olsun. Yine çarşaf gibi denize bakıp hayallere dalabiliyor musun sen ona bak ama dikkat et de yine hayal kırıklığı olmasın. Ya yine tatil bitiyor, yol göründü bize....
Herkese iyi bir hafta sonu...

Saturday, March 6, 2010

AYAKKABI DAVASI

Kadınların en çok bayıldığı, tarihin gelmiş geçmiş en klasik üç şeyini sayalım.
Çikolata..
Çantalar..
Veee tabii ki ayakkabılar.
Sporu, babeti, topuklusu, çizmesi, sivri burunlusu, yüksek tabanlısı, parmak arası olanı, ucuzu, pahalısı...
Bu liste böyle uzar gider.
Mesela bir kadının asla yeterli ayakkabısı yoktur. Hep ihtiyacı vardır bir çiftine daha.
Çok beğenildiği zaman verilen paraya o kadar bakılmaz.
İçimde kalacağına dolabımda dursun denir.
Haa bir de bir ayakkabı ne kadar acıtırsa acıtsın, eğer güzel duruyorsa, bu giymek için yeterlidir. Ayağınızda oluşan ve bir süre sonra yer eden yaralar çok da önemli değildir, hatta şıklığın yanında nedir ki zaten.
Şimdi ayakkabılar kadınların takıntısı olmalarının yanında,yeni ve bambaşka bir boyut kazandı son günlerde.
Son senelerde  iki kere  ve şimdi yine manşetlere düştü.
Şu ayaklarla ayakkabılar da nelere kadirmiş dedirtti insana.
Haksız mıyım?
Önce Bush’un kafasına fırlatınlarla başlayalım. Fırlatan gazeteci resmen efsane isim oldu. Iraklı kızlar için yeni bir çift ayakkabı kadar arzu nesnesi haline geldi, fenomene dönüştü.
Çünkü o şekilde bir ortamda bu hareketi yaparak cesaret, çılgınlık, dolayısıyla da ortaya karışık, değişik bir kahramanlık örneği gösterdi. Bush da alaycılıkla karşılamış durumu, ne geniş adam....
Tam bu haber almış başını giderken, biricik THY’mızın biricik genel müdürünün hac dönüşü plastik terlikli
görüntüleriyle başbaşa kaldık.
Ne desek bilemedik. Bu sefer kafaya atılan bir çift ayakkabı yok ama, hepimizin başından aşağı dökülen kaynar sular var.
Evet rahat, evet sıcak yerden gelmiş, evet belki rahatsız ama ne bileyim, ben bu görüntüyü kafamda bir yerlere koyamadım. Dünya çapındaki şirketlerimizden birinin CEO’sunu bu şekilde görünce tuhafıma gidiyor. Sebep her ne olursa olsun, çözüm bu olmamalıydı diye düşünüyorum.
Şimdilerde de Tayyip Erdoğan' a atılan ayakkabı olayı dillerde...
Ama bir de asıl şunu düşünüyorum.... Ey ayakkabılar, biz sizi sadece kadınların saplantısı sanarken, siz asıl daha büyük kalabalıkları peşinizden sürükleyebiliyormuşsunuz. İyi ya da kötü bir şekilde. Yine de helal olsun.
Herkese iyi bir hafta sonu...
Related Posts with Thumbnails