Friday, October 23, 2009

AAAA AMAA AYIP OLUYOOO !...


Ebru Şallı kraliçem “Şişman kadın bence güzel değil. Hiçbir erkeğin kilolu kadından hoşlanacağını sanmıyorum. Fit olmak önemli. Bence güzel kadın spor yapan kadındır” diye buyurmuş.. .
Yok yeeee. Sen kimsin be. Niye üstüne alınıyorsun diyor olabilirsiniz ama ben herkesin adına yazıyorum. Şişman değilim ama kraliçe Ebru gibi sopa da değilim. Arkadaşlar çok çok yakından gördüm. Bildiğiniz çöp kadın. Hani çizersin ya çöp adam, onun kadın versiyonu.
Spor güzelleştirebilir ama yapmayınca çirkin mi oluyorsun. İşin spor yapmaksa ne ala, benim değil, dolayısıyla vakit bulamıyorum. Haa istesem yaratır mıyım bu zamanı yaratırım, ama istemiyorum. Canım ne zaman isterse.
Ama ben anladım onun olayını, balık eti olmanın yanından bile geçemeyeceği için bizleri kıskanıyor bence, evet evet anladım ben:)
Bir de “Zenci Poposu” diye bir DVD daha çıkartıyormuş.”Bunu yapan kıvam olarak kalça olarak zenci poposuna sahip olacak. Zenci kalçası bizim beyaz insanlara göre yapı olarak kalkık. Özellikle Türk kadını kalçası yayvan ve aşağı düşüyor. Pilates buna çözüm oluyor” demişşşş. Eyy pilates sen çok yaşa, akşam evde ne yemek yapacağıma da sen derman olur musun bir zahmet.

Tuesday, October 20, 2009

BİR HABERCİLİK DESTANI!!!

Ne avel bir milletiz.
Dün haberleri izlerken gülsem mi dedim, yoksa ağlasam mı.
Ali Kırca’lı Show Haber açık televizyonda dün akşam. Diyarbakır’daki salgınla ilgili çok ciddi haber yapıyorlar sözde.
Ama aksine ciddiyetsizlik almış başını gidiyor. Yok benim iki satır aklım başımda, cahil halk ne yapsın.
Önce anons edildi, muhabirimiz bilmem kim Diyarbakır’dan domuz gribi olan evden canlı yayında diye.
Hooop bilmem kime bağlandık. Aşağıda koskoca harflerle DOMUZ GRİPLİ EVDEN CANLI YAYIN yazıyor. Sanki kremalı börek, sütlü çörek. Başlığa bak.
Meğersem zaten evde gripli kişlerin daha tahlil sonuçları gelmemiş. Yani domuz gribi olabülür de, olmayabülür de. Muhabir sivrisi koltukta battaniyeye sarılmış yatan çocuğun ağzına kadar eğilmiş, röportaj yapıyor. Sonra bir de çocuğun babası, ablası, abisi falan var, bunlar da biz biz idik 32 kız idik , inci gibi dizildik misali, hasta çocuğun ayak ucuna tünemişler. Yok boğazımız yanıyor, yok başımız ağrıyor diyorlar.
Neyse geçmiş olsun ,umarım sıradan bir griptir. Bu insancıklara bişey demiyorum, ama bu televizyoncuların da aklına uymayın yaaa.
Sonra tabi bizim avel muhabir bu boğazı yanan çocuklarla da burun buruna birer röportaj gerçekleştirdi. Ne o habercilik olayı mı oldu şimdi.
Diyelim bu aile domuz gribi. Bu muhabir de hastalanmayacak mı, eve gelip evdekileri, uçağa binip uçaktakileri, ne bileyim girdiği her yerdeki herkesi hasta etme potansiyeli olmayacak mı?
Ama Ali Kırca her haber bülteni sonunda arka kapak mıdır nedir, üfürükten teyyare duygusal bişeyler anlatıp duruyor. Bir gün de nasıl gazetecilik, habercilik yapılır, o konuya değinsin rica edicim o buğulu sesiyle!!!

Friday, October 16, 2009

MOR YAPRAKLI ÇİÇEĞİMİZ


Çocuktum. Evimizin terasındaki saksılarda çeşit çeşit çiçeklerimiz vardı. En net hatırladığım kocaman saksıda çok güzel pembe çiçekler açan bir kaktüsle , yaprakları mor renkli , minik pembemsi çiçekleri olan bir çiçekti. Galiba onlarla en çok ilgilenen babamdı. Belki de o çiçekleri annem de sulardı, hatırlamıyorum. Mor çiçeğin ismi hakkında da hiç bir fikrim yok. Geçenlerde bir apartmanın bahçesinde o mor yapraklı çiçekten görünce, çocukluğum geldi aklıma. Terasımızda, kardeşimle oynadığımız evcilikler, üç tekerlekli bisikletimle attığım teras turları, kiracımızın oğlu ile kurduğumuz çadır ve annemin elleriyle hazırladığı kekler, çörekler... Hemen koşup apartmanın bahçesindeki mor yapraklı o çiçekten bir saksıya ekip, sonsuza kadar da yanımda olmasını istedim.... Bi durdum :((O çiçeği görünce tombul kuşumu, canım annemi ne kadar da çok özlediğimi, içimin hala nasıl da yandığını, onun yumuşacık gıdılarına gömülmeyi istediğimi anladım. Hastanede doktor güçlü olmak zorundasınız bayan dediğinde, güçlü olmanın ne kadar zor olduğunu hiç bilmediğimi düşündüm. Anacığımın, elli yıldır hiç çıkarmadığı alyansının parmağındaki izi gözümün önünden gitmezken , titreyen elleriyle el sallamasını hatırladıkça güçlü olmak... Ah!... mor çiçek seni nasıl bulacağım derken, karşıma çıkıverdin. Alamadan geçemediğim mor yapraklı dalını bu gece saksıya ektim, sana can suyunu da verdim. Karşımdasın işte, camın kenarında öylece...Umarım toprağına sıkı sıkıya tutunursun da, annem gibi bizi bırakmazsın.:((

Tuesday, October 6, 2009

BİR CUMARTESİ HİKAYESİ

İzlediğim bir sürü dizi var.
Bir sürü de film.
Ama hiçbirinin üzerinde çok durmam. Çok beğensem bile bir süre sonra unuturum gider.
Hatta bir filmden çok etkilensem de, hani ağlasam falan sonunda ( ki sık sık olur bu:) yine de maksimum bir saat sonra geçer etkisi.
Ama " Becoming Jane " filminden resmen yedim şamarı.
Geçen Cumartesi baktık hava kapalı, hiç evden çıkasımız yok, hadi bir film izleyelim dedik. Ve Becoming Jane’ i ( Aşkın Kitabı)koyduk. İngiliz edebiyatının romantik yazarı Jane Austen’ ın hayatının sinemaya uyarlanmış hali.
Ben yakın geçmişte bir filmin beni bu kadar sarstığını hatırlamıyorum. Bırakın sonunda ağlatmayı, bütün gün mutsuz gezdim, Jane’ i düşünüp düşünüp boğazıma düğümlenen ağlama krizleriyle mücadele ettim.
Kocamgil sıkıldı zaten yarısında, bıraktı izlemeyi. Ben dur ne olacak acaba derken aldım ağzımın payını. Film bitti, ben bütün gün gelemedim kendime, aksiliğim ve mutsuzluğumla kocamgile de kök söktürdüm. Saatler sonra yaa ben anlamadım sana ne oldu diye yüzüncü soruşunda itiraf ettim film yüzünden olduğunu. Aldığım cevap ‘ Hadi ya, çok sıkıldım ben, sen neresine üzüldün ki! ’ oldu; Venüs ve Mars , anlarsınız ya!...
Film şahane, ama o kitapları yazan kadının gerçek hayatı ki ahh!.. kahpe kader dedirtti bana. Jane’ in dirayeti, fedakarlığı, aptallık geldi feda ettiği şeylere baktığımda. Tekrar izlememek için kendimi zor tutuyorum ama yok izlemeyeceğim. Kalbim sıkıştı resmen. Hele bir de gerçeklik payı olduğu düşünülürse... Yani gerçek hayattan uyarlama olmadığını bilsem belki bu kadar sersemlemezdim. Çok da anlatıp spoiler olmak istemiyorum, yürekliyseniz seyredin diyorum:) Yine de Aşkın Kitabına bi bakmak isterseniz...TıkTık:
HüpNot: Bu arada Anne Hatteway çok başarılı bir oyuncu, iyice emin oldum. Bu arada James McAvoy da genç kızların yeni keşfi olabilir:)

Sunday, October 4, 2009

İYİ GÜNDE, KÖTÜ GÜNDE


Yazık yazık çok yazık!... Böyle mi olacaklardı? Yedikleri önlerinde, yemedikleri arkalarındayken birden bu kadar büyük bir değişim ruhlarında deriiiiin bir yara açar mı dersiniz? Kolay mı ya evin erkeği olmak? Evin erkeği olmak ne demek, evdeki teknik işlerin peşinde koşabilmek demek. Aile evlerinde bu görevin biçildiği bir baba olduğu için bilmezler tabi ne yapılması gerektiğini…Dünün pırlanta gibi çapkın, daha ziyade çıtır ve eğlence peşinde koşan gençlerinin şimdi ellerinde çekiç, tornavida ne büyük zorluklara göğüs gerip de evlerinin erkekleri olmasından bahsediyorum. Kablo takılması lazım, klozet kapağının değişmesi lazım, duvara ayna ve tablo asılması lazım. Bunun için de biraz çaba lazım haliyle. Offff ne kadar da çok şey lazım. Evin reisi olmak da ne zor şey. Alışık değiller tabi böyle olmasına, bunları yaparken herhangi birinde sorun da çıkınca seyreyleyin olayları. Hırs yapılır, ve kanın son damlasına kadar çabalayarak sorunun üstesinden gelmeye çalışılır. Serde erkeklik olduğu için de eninde sonunda başarılır ve haklı bir gurur duyulur. Öyle zevkü sefa düşünecek vakit yok, tek düşünülen akşam vida eksik olduğu için tam takılamayan bir kapak olabilir artık. Erkekler böyle, özellikle de taze ev erkekleri olarak tabir edebileceğimiz yeni nesil kocalar…Aslında içten içe hoşlarına da gidiyor. Her ne kadar görünürde kabus gibi görseler de, herhalde genlerden gelen bir şey olsa gerek, bir çivi duvara çaktıklarında, bir kablo çektiklerinde, bir klozet kapağı monte ettiklerinde ya da en basitinden bir ustanın başında durduklarında mutlu oluyorlar. Acayip gururlanıyorlar. Hiç alışık olmadıkları şeyler olduğu için zor ama enteresan geliyor, hatta işlerden biri bitince hoop gelsin öbür iş diye, deli fişek evin içinde dolaşıyorlar. Amatör hevesi işte. Beceri potansiyeli ve motivasyon had safhada, yılmak yok, durmak yok. Neyse devamı gelsin, motivasyonları hiç kaçmasın inşallah.

Friday, October 2, 2009

KIŞA GİRERKEN


Hala Hayat Bilgisi dersi var mı acaba? Ya da Yerli Malı Haftası kutlanıyor mu? Bu ara kafama takıldı. Kış öncesinde yapılan hazırlık bu derste anlatılırdı galiba. Kışlıklar kaldırılır, evde kış temizliği yapılır, salçalar, tarhanalar hazırlanır falan filan. Neyse...Geçenlerde kışın pişiririm diye yaklaşık 5 kilo barbunya aldım. Yaklaşık diyorum, çünkü pazarcıya 4 kilo dememe rağmen akşam pazarı olduğu için, bana kalan bütün barbunyaları verdi. 5 kilo için az, 4.5 kilo için çok para aldı. Arada bir miktar işte. Hayır bir ordu değiliz, sadece 2 kişiyiz, ama en iyi yaptığım zeytinyağlı barbunya olduğu için bu sebze üzerine oynuyorum sürekli. Elimden geleni yapmama rağmen başta taze fasulye olmak üzere diğer zeytinyağlılarda istediğim tadı henüz yakalayamadım. Ancak barbunya ile yıldızlarımız barışık. Salla sepet her seferinde kıvamı tutturuyorum bir şekilde. Tabi aldığım o kadar barbunyayı ayıklamak zulüm oldu ama başardım. Sonra da tek pişirimlik şekilde ayırarak torbalarla derin dondurucuya kaldırdım. İşte bu yerli malı, hayat bilgisi falan o arada aklıma geldi. Kendimi kışa hazırlanan evin hanımı gibi hissettim, komiğime gitti. Hele de yıllar önce Yerli Malı Haftası’nda üzerimde pembe kartondan yapılmış narla, nar gibi şiir okurkenki görüntüm geldi aklıma, çok güldüm. Nereden nereye dedim. Sonra artık benim etrafımdaki kimsenin öyle bir haldır huldur kış hazırlığına girmediğini düşündüm. Kışın havalar bir enteresan olduğu için bütün yazlıkları kaldırmak olmuyor. T-shirtlere falan illaki iş düşüyor çünkü kış boyunca. Evler zaten her hafta temizleniyor, sobalı evler de azaldı artık. Boru kur, boru kaldır olayı yok. Yemekler deseniz onlar da başka alem. Artık hormonlar, ekstra ilaçlar sağolsun her meyveyi ve sebzeyi zamanında olmadıkları halde yiyebiliyoruz. Yememek daha iyi tabi sağlık açısından. İşte ben de bu ara böyle bir kış hazırlığı psikolojisi var. Mesela şimdilik şu barbunla kafayı bozdum ama tamamen ev hanımlığı özentiliğimden. Yoksa zaten alırım hazır dondurulmuşunu, yaparım olur biter. Ama mesela şimdi ben hazırladım ya, yaptığım zaman ‘Hmm nefis olmuş, bu mevsimde nereden buldun barbunyayı’ desinler, ben de gerine gerine ‘Yazdan hazırladım şekerim, ayıkladım sakladım, gerçekten de nefis değil mi?” diyebileyim. Eskiden annemlerle fazla oturmuşum herhalde. İçimde de varmış böyle domestik bir yan. Bu sonbahar hortlayıverdi. Kariyer de yaparım, turşu da kurarım yeni sloganım oldu. Henüz kurmasam da bir kış başı mutlaka... Ha bir de tarhana var, onu da unutmayayım:)

Related Posts with Thumbnails