Monday, July 27, 2009

DEDE FİGÜRÜ MÜ ! HADİ CANIMMM


Kendinden yaşça büyük biriyle birlikte olmayı, evlenmeyi anlıyorum. Bir sürü nedeni olabilir, ama en çok baba figürü eksikliği olabilir o da belki. Kız çok olgundur, yaşıtlarıyla anlaşamıyordur. Gönül bu işte kayar kayar. Ne olur bu. 5-10-15-20 ama 54 değil sanki yaaa. Dede figürü eksikliği diye de bir sendrom yok ki. Dolayısıyla Halis Toprak’ın 17 yaşında bir kızla evlenmesi!! Benim kabul sınırımın çok üzerinde. Hüseyin Üzmez vakasınının bir başka versiyonu, burada rıza var. Bir ailenin kızını 71 yaşındaki bir adama vermesi aklıma yatmıyor bir türlü. Yok adam da bir karizma timsali değil ki. Adam böyle acayip fit, karizmatik olur mesela, ya da ne bileyim kadife sesli bir şarkıcıdır ( Julio Iglesisas’ta sınırılarımız içinde biliyorsunuz, uçağıdan kaç tane 20’lik indiğini sayamamış paparazziler), eh hadi bari efsane tabi, 17 yaşındaki kızın aklı kaymış dersiniz. Ama Halis Toprak’ı ben böyle bir karizma çerçevesine koyamadım şahsen. Tabi yalılarıyla, sıfırlarını sayamayacağım TL’leriyle başka bir çerçevesi vardır, onu bilemeyeceğim. Kızın okuluna devam sözü almış ailesi, umarım okur. Bir meslek sahibi olur. Ne bileyim holdinge geçer, çalışır, faydalı bir şeyler yapar. Çocuk sahibi olacağı garanti de, en azından kendisine faydalı başka meziyetlere de sahip olur. 17 yaşında olup 71 yaşında bir adamla evlenmiş olmakla kaybettiklerinin bu kadar sonsuz olanaklar içerisinde bir telafisi olmalı bir şekilde. Umarım...

Friday, July 24, 2009

BU NE PERHİZ, BU NE LAHANA TURŞUSU:(


Geleceği hakkında kaygılanan, siyasi gerçeklere duyarlı, bilinçli bir toplum olduğumuza inanmak istiyorum. Ama kabul edemediğim başka bir taraf da var, beni çok hayal kırıklığına uğratan. Her gün aynı iç bayıcı magazin haberlerini ilk kez duyuyormuş gibi seyreden seyirciler, en çok izlenen zaman aralığına ünlü divanın uygunluğu tartışılır evlilik haberlerini koyup bunu millete şakşaklatan yayıncılar, sürekli eşini aldatıp neredeyse bununla övünecek olan sanatçılar!!! Bu mudur bizim geleceğine umut bağladığımız milletimiz. İnanmak istemiyorum. Bir de muhafazakar geçiniriz. Herkesi ayıplamayı biliriz, töre cinayetleri gırla gider, örf adet bilmişiyiz. Reklamları beğenmeyiz şikayet ederiz, bazı filmler ahlak dışıdır bizim için, hemen RTÜK’e başvururuz. Televizyonda sigara içilen sahnelerde sigaranın olduğu yer sansürlenir, ne de olsa çocuklara kötü örnektir. Ahlak polisi, günah düşmanıyız hepimiz. Ama gel gelelim, kim kimin sevgilisi, kim kimi kimle aldatmış pek iyi biliriz. Sapıklık alıp başını gitmiştir. Dedikoduya bayılırız, birbiriyle kapışanları ağzımızın suyu aka aka izleriz. O yüzden anlamıyorum ben bizim milletin değer yargısını, ahlak anlayışını. Bir filmde öpüşen bir çift ya da içilen bir sigara mı bozar çocukların ahlakını, yoksa ünlülerin selülit yarışıyla, uygunsuz evliliklerin sevgi yumağı olarak tanıtılması, programların ana konusu yapılması mı? Sonra yok ahlak bozuldu, yok insanlık aldı başını gitti diye bağırmasın hiç kimse. Bu yakınmalar bana kuru gürültüden ve biraz da iki yüzlülükten başka bir şey gibi gelmiyor çünkü.

Sunday, July 19, 2009

İMAN YOLUNA AÇACAK ARANIYOR...!



Temizlik imandan gelir derler ya. Geliyor gelmesine de, o zaman belli ki insanımız iman yönünden gelen yollarda bir tıkanıklık var. Kimse kusura bakmasın. Yani öyle kalp temizliğiyle falan olacak iş değil bunlar. Evimizin yakınında yürüyüş alanı var. Bazen Pazar akşamları orada yürüyüşe çıkma gafletine düşüyoruz. Savaş alanı gibi. Şişeler, poşetler çimlerin üzerine serilmiş. Ne o piknik. Afiyet olsun! Hele bir de çekirdek kültürümüz var. Tepe kültürü. Sabahtan akşama çitlemekten ufak tepeler halini almış oluyor. Tuzdan dudaklar botokslanmışa dönüyordur herhalde. Bu insanlar evlerinde ne yapıyorlar en büyük merakım bu. Mutfaklarını, banyolarını, tuvaletlerini merak ediyorum bu insanların. Özellikle de temizlik anlayışı yediğini doğaya bırakıp binlerce yılda kaybolmaya bırakmak olanları. Aaa bir de turistik yerlerdeki çöp üreticilerinden bahsedelim. Geçen hafta tatildeydik. Denizden toparladığımız naylon poşetlerin haddi hesabı yok. Öyle açık deniz falan da değil hani sürüklenmiş diyeceğim. Yok, insanların denize girdiği yerlerde. Çekirdek kumsallarda da çok revaçta. Kum öğütüyor ya sanki o kabukları, hop hop kuma. Sonra bir rüzgar, bütün kabuklar denizde, yüzerken burun buruna geliyorsunuz. İğrençlik dizboyu. Deniz kenarında duş yapmak için konulan kabinlerin yakınından bile geçilmiyor. Neden?! Çünkü tuvalet kokuyor. Kokuyu almak için kabinlerin sadece yakınından geçmek yeterli. Daha çok yazıp Pazar gününüzü sevimsizleştirmek istemem ama maalesef bunlar bizim olağan tatilci manzaralarımız. Alınacak çok yol, süpürülecek çok sokak, eğitilecek çok kafa var çok!

Friday, July 17, 2009

KAYBETTİĞİNİ YENİDEN BULMA MODASI:(


Sevdiğin şeyin değerini kaybedince anlar insan. Bunu yeni öğrenmedim. Çok defa tecrübe ettim, her zaman bu lafın doğruluğunu onayladım. Hatta kıymetini sonuna kadar bildiğim durumlarda bile, demek o kadarı bile yetmiyormuş. Bu aralar aniden boşanıp, tekrar evlenmek acayip moda. Ayrıldıktan sonra tekrar barışmaya kadar iki tarafın da geçirdiği zamanın ne kadar zor geçtiğini tahmin etmek hiç zor değil. Önce ani bir rahatlama. Tıkanan düşünce damarlarınızın aniden açıldığı hissi. Üzerinden 10 ton yük kalkmış gibi. Çapkınlıklar dört nala. Geride bırakılan kişiden mümkün olduğunca uzağa. Ama en rahat an kısa sürer tabi. Biz ne yaptık da bu kadar çabuk karar verdik diye hayıflanma evresi başlar sonra da. Yine de en doğru kararı verdiğini düşünüp, en hayırlısı buymuş diye kendi kendini avutma. En sondan bir önceki evre, en acı vereni. Özlemek. Hem de deli gibi. Her izlediğin şeyde, her yediğin lokmada, her gittiğin yerde onu düşünmek. Düşünce damarlarının pişmanlıkla ve özlemle tekrar tıkanması. Dolayısıyla ne izlediğinden, ne yediğinden, ne de gezdiğinden bir şey anlamamak. Ama geri dönüş umudu hala yok tabi. Ne de olsa Allah hepimize gurur diye bir duygu vermiş. Eminim bu duyguyu bahşederken asıl amacı böyle durumlarda sonuna kadar kullanılması değildi de neyse. En son evre ise söz konusu olan yıkılmaz sandığımız gururun buharlaşıp uçması.Tekrar nasıl barışırım diye planlar kurmaya başlamak. Onu görmek ümidiyle olabileceği yerlere gitmek, sağdan soldan haber almaya çalışmak. Onun da kötü olduğunu duyup azıcık sevinirken, o da kendini kötü hissediyor diye daha da çok üzülmek.Kaçınılmaz olarak bu işin sonu barışmayla sonuçlanıyor. İki tarafın da birbirini çok fazla sevmesi, hala gözlerinde birbirlerini görüyor olmaları durumunda tabii. Hiçbir şey olmamış, o korkunç zamanlar hiç yaşanmamış gibi... Uykudan uyanılmış, kötü bir rüyaymış sadece. Aynen kalınan yerden devam. Tek bir farkla. Karışık düşüncelerle tıkanan damarlar açılmış, yaşananlardan ve hatalı hareketlerden ders alınmış. Böyle kaybetmişken tekrar bulmanın mutluluğu da hiçbir şeye benzemez, tekrar kaybetmemek için ona sımsıkı sarılmalı.

Monday, July 13, 2009

AÇIK MI KAPALI MI ??


Apartmanlar bana göre üçe ayrılır:
Aile apartmanlarıKim kime dum duma apartmanları (Çok büyük ve kim nerede kiminle nasıl modeli apartmanlar, çok yüksek ve mevcudu fazladır, kimse birbirini tanımaz)
Orta karar apartmanlar. Ben daha önce orta karar bir apartmanda oturuyordum. Yani orta büyüklükte ve yükseklikte, apartmandaki herkesin birbirini tanıdığı ama herkesin çok çok muhabbeti olmadığı model. Bir de balkonlar kapatılıp oda haline getirildiği için açık havayla bağlantısı kesilmiş bir daire. Şu anda tam tersi. Çok yüksek olmayan, balkonlu bir apartman. Herkes birbirini tanıyor, bazen akşam yemeklerini cümbür cemaat bahçede yiyorlar. Biz ev arkadaşımla bekar kontenjanından olduğumuz için henüz davet edilmiş değiliz. Başımız bağlansa davet edilir miyiz acaba:) Bu model apartmanların insanın bünyesine de farklı etkileri oluyor tabi. Balkon keyfi konsepti mesela. Haydi yemeği orada yiyelim, televizyonu balkondan mı izlesek acaba gibi. Ha bir de fitnatlık etkisi var. Hani meraklı teyzeler olur ya böyle apartmanlarda... Kim geldi, kim çıktı, şu arabadan inen kim, bu çocuk kimi almaya geldi acaba falan... Ben tam fitnat teyze oldum. Balkonda olduğum her an aynı zamanda apartman bahçesinin girişini de yan gözle kesiyorum, duran her araba nereye geldi bakıyorum, taksiden kim indi diye kafamı hafifçe uzatıyorum, hani göreyim ama onlar beni görmesin şekli. En sinir olduğum insan modeli oldum...Galiba fazla açık havada oturmanın etkisi bu, ben de sadece meraklı teyzeler yapar diye düşünürdüm. Balkonu olan genç hanımlar da yapabiliyormuş... Şu balkonlar kapalı daha mı iyiydi ne, böyle meraklı Melahat'e döneceğim:) Bir de bahçe yemeklerine davet edilirsek tam olacak, fena mı dedikoduları paylaşırız:))(20.08.2006)

Tuesday, July 7, 2009

ERGENLİĞE ÖZLEM:))



Kızlar evden kaçtı, Emo’culuk trend oldu. Nedir ya bu Emo demeyin şimdi: Emo’nun İngilizce -Türkçe sözlükte karşılığı: “Kendine zarar veren metal dinleyen kişilik” ve “Emotion’dan gelen ve duygusal anlamda hüsran yaşayan, bitap düşen, histerik.”Bir de özelliklerine bakalım: Saçlarını genellikle tek gözlerini kapatacak kadar öne yatırıyorlar. Arkada kalan kısımları ise jöleyle ya da spreyle kabartarak karıştırıyorlar. Amaçları ise yüzlerinin tamamını göstermemek. Yüzlerinin görünen kısımlarına ise piercing yaptırmak aralarında çok yaygın. İstanbul’da en çok İstiklal Caddesi’ndeki İş Bankası’nın önü ve Kadıköy’deki Rexx Sineması’nın önünde takılıyorlar. Cinsiyeti çok önemsemeyen Emo’cular, dama işaretli pantolon, gömlek giymeyi çok seviyor. Kıyafetlerinde kırmızı-siyah-mor en yaygın kullandıkları renkler. Monotonluktan, baskılardan sıkıldığında kaçmak, özgür olmak da değişmez felsefeleri. Bana sorarsanız kimseye zararları yok, ama öyle kapkara kıyafetler içerisinde olanları biraz ürkünç olmakla birlikte, böyle canlı renklerde punk gibi giyinenleri çok enteresan görünüyor bana. Biraz isyankar havalarındalar. Mesela ben gitsem şimdi beni Emo yapmazlar muhtelemen, tipten kaybediyorum:) Saçlar kumral boyalı, üst baş normal, yaş zaten ortalamanın çok üzerinde. Direkt ofsaytım. Ben hiç protest bir ergen olmadım. Ergenliğe dair bendeki tek belirti alnımda çıkan sivilcelerdi. İnek olmamın da etkisiyle çok ilginç diyebileceğim bir ortaokul -lise hayatı yaşamadım. Bizimkiler şanslı aile valla. Aman ne özeniyorsun demeyin. Çocuğuma mesela ben de ne punktım demek isterdim, ya da saçlarım dimdik verilmiş bir pozum olsa fena mı olurdu. Şöyle üzerimde bir rock t-shirt'u, burnumda piercing... Ortaokul mezuniyetimdeki baygın dana bakışlı, kalın kaşlı pozumdan daha özgün bir kare olacağı kesin :))

Friday, July 3, 2009

DERS ZİLİ ÇALDI



ABD, Avustralya, Kanada ve İngiltere'deki eğitim öğretim yılı çoktan başlamış. Hatta bence hiç bitmemiş bile olabilir. Ne de olsa dört mevsim her türlü devam edebilecek olan bir eğitim bu.Yalnız saatlari biraz tuhaf. Yani okula hafta içi yerine Cuma öğleden sonra itibariyle tüm haftasonu gitmek zorundasınız. Neyse ki sınıfta olmuyor dersler. Saha çalışması yapılıyor. Hem de dağlarda bayırlarda değil, lokanta ve barlarda oluyor bu saha çalışmaları.Vur patlasın çal oynasına dalmamak lazım tabi. Ne de olsa okula bir şeyler öğrenmek için gidiliyor, eğlenmek için değil. Bir de müfredettan bahsedelim.

Kadınlara kur yapmanın sırları,

Bilimsel yöntemlerle konuşma sanat,

Duyusal algılama tekniklerinin incelikler,

Belirgin duygusal bir atmosfer yaratma,

Vücut dili kullanma,

Hikaye anlatma,

Dokunarak flört yöntemleri.
Yukarıda söylediğim ülkelerde düzenlenen Kazanova kurslarından bahsediyorum, ya da daha kibar tabiriyle "Kadınlara nasıl kur yapılacağını öğreten cazibe seminerleri". Neyse ki sınıflar da kalabalık olmuyor; 7-8 kişiden oluşuyormuş. Bahçede sıraya girmek de yok. Bir otel lobisi ya da lokantada falan buluşulup, müfredattaki konuların teorik olarak üzerinden geçildikten sonra, akşamları da bir barda toplanarak kazanova adayı öğrencilerin gündüz öğrendiklerini pratiğe dökmeleri sağlanıyormuş. Kursun sonunda da karne olarak ne alıyorlar bilmiyorum. Herhalde eğitim-öğretim döneminde bir kadınla yakın temasa girmek falan takdir belgesinden sayılıyordur, yıldızlı pek iyi. Hoş iki teorik olarak iki göz süzme, bir iki kaş kaldırma öğrenilip, barda bir takım hanımlar üzerinde pratik yapılınca kazanova mı olunur!! Sonradan görme çapkından daha ileri bir şey çıkmaz. Ne de olsa kazanova olunmaz doğulur:)

Related Posts with Thumbnails