Monday, June 29, 2009

ORDAN BURDAN...


BİR DEVİR KAPANDI
Ünlülerin dokunulmazlığı, ölmezliği, batmazlığı, çıkmazlığı yokmuş gibi gelir insana. Kötü hiçbir şey başlarına gelmezmiş gibi. Ama genellikle de başlarına gelen kötü şeylerin çokluğudur onları hırslarıyla ünlü yapan. Cuma sabahı gazete manşetinde Michael Jackson’ın ölüm haberini görünce bir tuhaf oldum. Son yıllardaki ne kadar garip bir yaşantısı da olsa, uzun zamandır müzik adına çok büyük bir patlama yapmamış da olsa Michael’dı o. İnsandı ama değildi. Uzaylı da demeyeyim ama bu dünyadan değildi sanki. Gençliğimin ilahıydı desem yalan ama dinlemedim de diyemem. Kliplerini vay be adamlar yapmış diye ağzı açık izlemişliğimiz de çok. Bizim gençlik dönemlerimiz, ortaokulda şarkıları eşliğinde sınıfta dans ettiğimiz zamanlar. MJ başka bir şeydi herkes için, seveni de sevmeyeni de vay be demiştir eminim ölümünü ilk duyduğunda. Bir devri kapadık, hoş zaten Pepsi reklamlarında Seda Sayan’ın oynamaya başlamasıyla devrin bir bakıma kapanmıştı zaten ya hadi neyse...
LOCANIN DERDİ HERKESİ GERDİ:(
Müjdeler olsun Bodrum dönemi açıldı. Can can ikoncanlar, sosyetik güzeller akın etti. El kadar Türkbükü’nün sosyetikleri yüzünden insan külliyen tüm Bodrum’a sinir oluyor. Ama daha çok gazeteler yüzünden oluyor böyle gibime geliyor.Mesela Süreyya Yalçın hadisesi. 50bin dolara loca kiralamış iskelelerin birinde. Güle güle yatsın yuvarlansın ne diyeyim. Gazetelerde manşet tabi bu olay.
1. Banane, yani zenginin malı yüzünden çenemi yoracak halim yok ( Hoş bu yazıyla parmaklarımı yoruyorum:))
2. Eminim o loca 50 bin dolar falan değildir. Ortada bire bin katma var ama gazete mi yapıyordur, mekan sahipleri mi bilemiyorum. Maksat reklam bir şekilde.
3. Şimdi kriz zamanı milleti gaza galeyana getirmek mi amaç? Ben normal bir yaşam süren bir insan olarak 50 bin doların saçılmasına gıcık oluyorum açıkçası. Aç oturan, aylardır maaş almayan, sokakta dilenen adam ne yapsın? Bir koşu gidip o mekana kafa göz dalmak istemez mi? Niye açı var toku var diye düşünmeyip böyle saçma ve boş haberler yapıp yoruyorlar insanları... Magazine tamam, ama kantarın topuzunu da kaçırmamak lazım. Mesela ben Ben şahsen locaya o kadar para verebilmiş olsam da istemem böyle bir haberi, korkarım nazardan.


Thursday, June 25, 2009

SIKI CAN


Bir adam vardı canı sıkılan, canı sıkılan...
Çok fena dilime takılmış durumda bu aralar. Sürekli kafamın içerisinde çalan fon müziğim bu. Hatta neden canı sıkılan bir adam diye de merak etmiyor değilim. Bir kız vardı canı sıkılan, canı sıkılan diye de bir versiyonunu hararetle bekliyorum. Hep canı sıkılanlar adamlar mı olacaklar, bizim de canımız sıkılabilir. Peki can sıkıntısının ilacı ne olmalı. Reklamdaki gibi cep interneti keser mi dersiniz? Şahsen beni kesmez... Bence hiç bir bayanı da kesmez. Belki de reklamın kadın versiyonu olmamasının nedeni bu olabilir, hedef kitleden sapmış olabilirlerdi çünkü...Hadi erkeklerin sıkıntı ilacı cep interneti oldu da, bizimkisi ne olsun. Eskiler canı çok sıkılanlar için sıkı can iyidir kolay çıkmaz ya da canı sıkılana bir koca lazım derlerdi. Kolay çıkar mı çıkmaz mı bilmem ama kocanın da kesinlikle tamamen bir eğlence ve keyif unsuru olacağından çok emin değilim. Eğlenceli tarafları olabileceği gibi, evlilik kurumunun doğası gereği kadına düşen sorumlulukların tekrar iç daralmasına yol açma ihtimali de çok yüksek. Çamaşır, bulaşık, yemek, temizlik falan filan. Ama canı sıkılan adama bir eş lazım lafı bence daha doğru olurdu. Ekmek elden su gölden:) Bir de yanında cep interneti olursa tadından yenmez. Bir kadın için çözüm ne olmalı peki? Güzel bir yerde yemek, kısa bir tatil, indirim sezonundan ucuza alınmış bir sürü şey, çikolata, biraz iltifat, kuaförde geçirilmiş bir saatten sonra güzel saçlar, bakımlı eller...Yoksa her an ulaşılabilir internetmiş, plazma televizyonmuş, ilerleyen teknolojiymiş, bize gelmez bunlar. Elle tutulur şeyler lazım bize :)

Monday, June 22, 2009

ÇOCUK AKLI


Çocukken insanın hayal gücü çok geniş, ama bilgi ve kelime anlamı dağarcığı biraz zayıf oluyor. Çocuk büyüklerin konuşmalarına kendince anlamlar yüklüyor, kendince çıkarımlar yapıyor ama vardığı sonuç yine de onu tam tatmin etmiyor. Yani en azından ben pek bir uydururdum da, yine de bir sürü soru işareti kalırdı kafamda.Geçenlerde bir arkadaşımla laflarken aslında çoğu kişinin çocukken benim gibi olduğunu duyarak sevindim, üstelik kendi tuhaflıklarımı da hatırlayarak çok güldüm.Örneğin ben küçükken bir tanıdığımız çocuğunu düşürmüştü. Tabi yakın bir tanıdık olduğu için olay aile içerisinde ahlar vahlarla, “Falanca çocuğunu düşürmüş” şeklinde konuşuluyor. Bende de tabi çocuk aklı: Çocuk nedir biliyorum çok şükür, e tabi düşmek, düşürmek ne demek onu da biliyorum. Bunlar cepte. Herkes üzüldüğüne göre bu iş kötü iş, çok zekiyim ya tabi hemen bunu da anladım. Fakat gel gelelim, söz konusu çocuk annenin karnından nasıl düşer de yakalayamazlar, alt tarafı ufacık bebeği nasıl ellerinden kaçırırlar onu kestiremiyorum. En sonunda düşünüyorum, çocuğun pat diye anneden düşerek yuvarlanmaya başladığına ve kaybolduğuna karar veriyorum. Bebeğin nereden düştüğünü aslında doğru düşünmüşüm de yuvarlanma kısmı biraz hikaye olmuş. Neyse yabancı filmlerde herkesin Türkçe konuşmasıyla ilgili olarak da “Vay be, bu artistler de her dili biliyor herhalde” diyordum. Radyonun içerisinde de ufak insancıklar olduğunu hayal ederdim. Hoş bunlar zaten çocukların genel radyo-televizyon yorumlardır, bana özel değil yani.Ama televizyona sıkışan para yorumum çok fena gerçekten.Ben ufakken bir gün bizim televizyon bozuluyor, neyse tamire gidiyor geliyor. O akşam babam tamir konusunda konuşurken “Televizyon tamirden geldi ya, 50 bin sıkışmış meğer” diyor. Ben tabi sivri zeka, kafamda televizyonun iç elektronik yapısını ve bu yapının içerisinde bir yerlere sıkışmış bir 50 binlik banknot hayal ediyorum. “Haaaaa tabi ya, içine para sıkışınca televizyon da bozulur çalışmaz” diyorum. Yanlış hatırlamıyorsam, düşüncemi onaylaması anneme anlatmıştım da, babamın lafının tamir masrafının 50 bin lira olduğu anlamında olduğunu söylemişti de kendimi pek bir salak hissetmiştim.Çocuk aklı işte.. Her laftan bir anlam çıkarmak için hazırda bekliyor, meraklı, öğrenmeye açık. Bu yüzden gerçekten de çocukların özellikle uydurmaya ve her şeye inanmaya çok meyilli olduğu ufak yaşlarda onları doğru yönlendirmek gerekiyor. Hoş beni yanlış yönlendirmemişler de nolmuş, uydurmaya doymamışım:)



BABİŞKO' MUN VE BÜTÜN BABALARIN BABALAR GÜNÜ KUTLU OLSUN:)))


Wednesday, June 17, 2009

BÜYÜKLÜK KOMPLEKSİ


Eskiden hep büyümenin hayalini kurardım ama büyümek genel anlamda çok da keyif yumağı bir olay değil. Güzel tarafları olsa da, örneğin herşeye ve herkese karşı sorumlu olmak gerekliliği bile, insanı büyümeyi istemekten alıkoyabilir. Çocukken her şey farklı, gamsızlık gırla gidiyor. Tek dert bitmeyen ev ödevleri ve sınavlar olduğu için çok da can sıkıcı bir şey yok aslında. Bunun da böyle olduğunu ancak şimdi anlayabiliyorum, o zaman pek zul gelirdi. Ama şimdi olsa keyifle yaparım. Neyse…Bir de ruhen büyümek olayı var tabi. Ciddi aklı başında, yaşı kemale ermiş olmak, ya da olmuş taklidi yapmak. Benim yaşım kısmen kemale erdi, bu kadarı da bana yetiyor da artıyor bile. Bu ara sağda solda okuduğum ya da izlediğim bir sürü insanın aklında aynı laf, ‘Büyüdüm artık…’Nedir canım bu büyüme merakı? Olmadığın gibi davranmak büyümek oluyorsa, hiç almayayım…Ben çok ciddi bir tip olmak istemiyorum mesela. İçimde yerinden çok memnun bir şekilde yaşayan çocuk tarafımı kaybetmek hiç arzu etmem. Zaten herşey o kadar ciddi ki, bari bir tarafımız saçmalasın, ne çıkar. Asık suratlı, insanları yargılayan, kendi doğrularını herkesin doğrusu zanneden ve kendine göre doğrular oluşturmaya çalışan bir insan olmadım hiç. Yaşım kemale erince bile değişmedi bu konudaki fikirlerim.Tek doğru yok çünkü, insanın da doğruları değişmez yasalar olamaz. Bir dönem bize ters gelen şeyler, birden düz gelmeye de başlayabilir. Çocuk gibi her gün yeni bir şeyler öğrenmek, dünyayı her seferinde baştan keşfetmek daha keyifli. Büyüdüm triplerinde öğrenen değil öğreten adam rolünü oynamak, hele de aslında kendinden bihaber olan tipler için, gülünç sadece. O yüzden hala bilmediklerim bildiklerimden fazlayken ben hala çocuğum ve bundan da çok mutluyum diyebilirim gururla :)

Monday, June 15, 2009

DAMARDAN !...


Damar şarkı olmanın gerekleri nedir? Bağırtan, süründüren, orana burana jilet attıran şarkı mıdır damar şarkı? Yoksa belki de hiç çaktırmadan, bazen oynatırken içini cız ettiren, gönül tellerini titretenler mi? Aslında Müslüm Gürses' in şarkıları mı damardır, Sezen Aksu' nunkiler mi?Geçenlerde gazetelerden biri böyle bir anket yapmış. Belki de iyice arabeskleşen milletimizden Müslüm cevabı çıkması beklenirdi ama hiç de öyle olmamış. Sezen Aksu açık ara önde ipi göğüslemiş. Hala 25 senelik parçalarla hepimizi ağlatabiliyorsa ya da coşturabiliyorsa ipi göğüslemesi normal değil mi? Yaşadığımız herşeyi o ya da bu şekilde bu kadının şarkılarında bulabiliyor muyuz? Evet bulabiliyoruz. Bu nasıl bir şeydir ki, 70 milyona, yani her kesimden, farklı farklı ortamlarda büyümüş, farklı aşklar, farklı ilişkiler yaşayan bir sürü insana aynı anda hitap edilebiliyor? Hala ağlatabiliyor... Hem de avaz avaz değil, biraz daha derinden. Gece yatağa yattığınızda kimseyi rahatsız etmeden, sadece kendi kendinize yastığı ıslatarak o kadar. Ne azı, ne fazlası. Karşınızdakine mutlu zamanınızda da kötü zamanlarınızda da söylemek isteyip de söyleyemediğiniz her şeyi şarkılarında cümle cümle söylüyor. Belki de siz bu kadar kuramazdınız cümleleri. Güzel bir gününüzde hareketli bir şarkısını, kötü bir gününüzde de içli bir parçasını. Ama ilişkilerin her noktasında bir Sezen kokusu var. Bizden bir önceki nesil için de geçerli bu, bizden bir sonraki nesil için de. Hala ben de onun şarkılarını sevmeye devam edeceğim, benden daha küçük olanlar da aynı şekilde kendilerini bu şarkılarla ifade etmeye devam edecekler. Bu Müslüm kötü demek değil, sadece damar olmak acıdan kıvranmak, acıların çocuğu olmak değil. Damardan şarkı yapabilmek iyi günde de, kötü günde de dinlenebilecek şarkı yapabilmek demek gibi geliyor bana hepsi bu.

Monday, June 8, 2009

SEN BİZİM HERŞEYİMİZSİN


Bu aralar yeni ikonum kim onu açıklıyorum bugün. Üstelik annemim de ikonu. Onun gibi olmak için can atıyoruz.
Bir kere çoooook şık olmak lazım.
Fazlaca kendini beğenmiş.
Olayları kendi çıkarına göre rahatça yönlendiren.
Muhteşem bir gözlemci.
Hiç çaktırmayan provakatör .
Lafları tam da hedeflediği gediğe yerleştiren Tabii ki Firdevs Yöreoğlu. Dişli kaynana.
Sen çok yaşa Firdevs. Eşim şaşkınlık içersinde. Bu hin kadını nasıl kendine ikon edinirsin diye. Nasıl edinmeyeyim. Bir kere biraz daha bilmiş olmam lazım:)) Ayrıca çook hoş, çook şık. Çok akıllı. Ama herşeyden önemlisi kendine ( ve kızlarına) dert olacak şeyleri def etmekte bir uzman. Kızlarını, kızların kendilerini tanıdıklarından daha iyi tanıyor. Ve onların ve kendisinin çıkarına göre olayları öyle manipüle ediyor ki, hayran olmamak elde değil. Yoksa o kızların burnu çıkmaz biryerlerden. Ben de istiyorum. Her şeyi kendime dert edinip, canımı sıkacağıma biraz Firdevs rahatlığında olmam lazım. Hangi ortamda ne söyleneceğini bilerek, daha da önemlisi bazen olmaması gereken ortamlarda da istediğini söyleyerek. Üzerime ya da yakın çevreme gelmekte olan negatif durumları anş bir manevrayla pozitife çevirerek. Maksat içimde kalıp kafamı kurcalayacağına, hoop benden çıksın, artık kim kendine dert ediyorsa etsin. Yapılması gereken birşeyler varsa da, ben söyleyeyim de artık birileri bunu kendine görev ediniversin bir zahmet. Bana gelen belayı da beşle çarpıp geri göndererek. Sağlıklı ve mutlu yaşamanın altın kurallarını Firdevs dizide veriyor valla. Rahat ol, kafana taktığın en fazla toka olsun, etrafı iyice gözlemle, doğru hamleler ve doğru yerlere doğru mesajlarla başarı kaçınılmaz.
Ah ah valla feyz almak lazım..!!

Friday, June 5, 2009

ÖZGÜRLÜK MUAMMASI


Çiftlerde özgürlükler nerede bitmeli? Yoksa bir noktada bitecek özgürlük de mi olmamalı. Bu her zaman aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık bir mevzudur. İki ucu kirli!!! değnek, doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı. Falan filan. Herkesin kendine ait bir çemberi olmalı. Onu zaten cebe koyalım. Ama bu çember o kadar kırılgan ki. Bazan sizinkinin sınırlarını ihlal ediyorlar, bazen de siz başkasınınkini. İlla ihlal durumu olması da gerekmez. Bilerek ve isteyerek çemberinizi kırabilir ve başkasının bu çembere müdahele etmesine izin verebilirsiniz. Bu ne kadar doğru peki? Bakalım uğruna tüm kişisel sınırlarınızı kısmen de olsa değiştirdiğiniz kişi aynı fikirde mi? Eminim ki sınırlarını değiştiren sizseniz karşı taraf hayatından çok memnun olacaktır. Fakat aynı sınır politikasını o da sürdürmeye hazır mıdır? Başkalarının hayatlarına müdahele etmek kolaydır da iş onlarınkine müdaheleye gelince içlerinde bir hoooop nidası kopar. Kafanıza göre hareket etmek güzeldir tabi ama, ilişkiyi yöneten taraf olmayı iki taraf da ister. Zaten de ne oluyorsa bu iktidar savaşlarından olur. Bilmezler ki bu erkekler, kadınların derdi tüm gücü ellerinde bulundurmaktan ziyade demokratik bir ilişki yaşamaktır.

Related Posts with Thumbnails