İnsan kendine konduramaz. Kötü şey benim başıma gelmez der.Bizi bu sıradan halk halimizle böyle sanarken, ünlüler ne düşünüyordur kimbilir.
Ama gayet de olabildiğini Deniz Seki örneğinde tekrar gördük. Resmen göz göre göre hapise girdi.
Resimleri gerçekten iç burkucu.
Şahsen benim çok da bayıldığım bir şarkıcı değildi. Yani ben baştan beri şarkılarını sevmezdim. Dolayısıyla bir hayranı da değildim. Ancak son başına gelenleri kimse gibi, o da haketmedi.
Yaptığı yanlış bu tamam. Sonuçta kendi seçimi, ve eminim şimdi bundan çok da gurur duymuyordur. Ama bu işin ticaretini yaptığını da düşünmüyorum, öyle bir paraya ihtiyacı mı var bir kere.
Paraya değil, desteğe ihtiyacı oldu gibi geliyor bana.
Neyse aslında bu konuda yazmayacaktım ama cezaevi yüksek profesörü Tuğba Özay ablam bazı tavsiyeler de bulunmuş, değinmeden geçemeyeceğim:
“Bol bol kitap okusun.
Hep kameralar tarafından izleniyordu, şimdi de orasının kameraları tarafından sürekli izlenecek. Zorluk çekecektir.
Yemekleri beğenmeyecektir, ama sonra alışır.
Kirli çamaşırlarının yıkanmasını istiyorsa para vermesi gerekli.”
Vee işte en bombası geliyor sevgili okuyucularım:
“Onu koğuş ağası yapacaklarını sanmıyorum”
Deniz Seki’nin de tek derdi şimdi koğuş ağalıdır çünkü. Kendine yeni kariyer hedefi olarak bunu edinmiştir!!! Şarkıcılık güme gitti, bari hanım ağa olayım diyordur.
Tuğba Abla, saygımız sonsuz sana...Deneyimlerinle gelecek nesilleri aydınlatman dileğiyle, esen kal.

















İlk aklıma gelen Miami Vice oldu. O zamanlar Miami Vice dizisi çok popülerdi. Benim de dedektif olmak gibi bir hayalim vardı. Bizim sokaktaki arkadaşlarımla duvarlara yapışıp komşuların evlerine usul usul sokularak kanun namına tutuklusun tarzında tacizlerde bulunurduk. İki elimizi birleştirip, silah gibi yukarı kaldırarak sağa sola koşturup dururduk.
İkincisi tabii ki saklambaç. Hatta bu uğurda çenemi yarmıştım. Üstelik tam da sobe diye duvara uzanırken takılıp yere yapıştığım anda. İnanın acımdan değil, sobeleyemediğim için ağlamıştım. Ne biçim bir sobe hırsıysa benimki de...
Üçüncüsü alışverişçilik:)) Hani plastik sepetlerde plastik meyve sebzelerin olduğu oyuncaklar vardır. Tabii şimdi binbir farklı çeşidi var. O zaman hatırladığım bir biber, bir domates, süt kutusu olduğu. Vardır birşeyler daha da anımsayamıyorum. Neyse ben bunları evin muhtelif yerlerine dağıtır, sonra da elimde sepet, market alışverişine çıkardım. Nasııl bayılırdım. Ohh bedava hem de:)
Son olarak da öğretmencilik. Bayağı ileri yaşlarıma kadar da oynadım:))) Yok üniverite değil tabi, hazırlık -orta1 falan. Elimde tebeşir falan öyle yazardım, anlatırdım anneannemlerin holünün kapısında. Ama artık oyun da değildi, daha çok tiyatro. Çünkü her dersin öğretmeninin tarzına göre kıyafetimi değiştirir, o öğretmeni taklit ederdim. Yoklama yapar, sınıf defteri falan imzalardım. Eveet hem de o öğretmenin imzasını taklit ederek:) Kafadan kontaklık işte.

